Banu Conker,
5 Haziran 2013 Grafik Saati Kadınlar Kulübü
Banu Conker'in tüm Hayata Dair yazıları
Önceden
yapılmış programım vardı, önceden alınmış
biletlerim, önceden alınmış kuaför randevum. Hayat
normaldi yani. İşe git, gel, yemek ye, tuvalete git,
işini yap, kızınla kavga et, sohbet et; her şey
yolunda.
Bir park vardı orada, uzakta. Gitmesek de görmesek
de bizim parkımızdı ve artık orada parkı koruyanlar
vardı. Günümüzün kapitalist sistem biçimine karşı
ağaçlar korunuyordu. Arkadaşlarım oradaydı, ben
gidemedim. Gitmedim ama gönlüm orada bedenim başka
yerlerdeydi.
Birden her şey değişti. Bombalar yangınlar
tartaklamalar…
Cuma günü işe gittiğimde Twitter’dan takibe
başladım. Dibine kadar vurmuş, apolitik ben zaten ne
zamandır takip ediyordum bir şeyleri de yine
uzaktım. En sonunda gördüğüm bir fotoğraf, içimde
tuttuğum acıyı artık tutamaz oldu. Ağlamaya
başladım. Kahvaltı ediyordum işyerinde. Yediğimi
çiğnedim çiğnedim, yutamadım, çıkardım çünkü olanlar
yenilir yutulur cinsten değildi.
Ve bütün gün twitter ve ağlama krizleri. İş
arkadaşlarım ‘sen çok duyarlısın. O yüzden bu
durumdasın’ dediler. Acımı azaltmaya çalıştılar.
Aslında ne diyeceklerini bilemiyorlardı, sadece bir
şey deme ihtiyacı hissediyorlardı.
Kızım o gün voleybol maçına gitmişti. Hemen eve
gitmesini söyledim. Olayların içinde kalmasını
istemiyordum çünkü. O ise bana yalvarıyordu;
- ‘ne olur anne Taksim’e
gidelim.’
- ‘Kızım deli misin sen? Orada
olaylar var. Nasıl yaparız biz?’
- ‘Anne şimdi gitmeyeceğim de ne
zaman gideceğim?’
Çaresiz
kaldım, kızım haklıydı içim içime sığmadı ama bir
şey yapamadım, kuaföre gittim. Elimde telefon. Bir
Twitter, bir Facebook, bir giden arkadaşlar, bir de
benim ne yapacağım? İnsan oturduğu yerde oturamaz
durduğu yerde duramaz ya bazen işte öyle bir ruh
hali. Ne oradayım ne buradayım. Neredeyim ben
Allah’ım, ne yapıyorum?
Kuaförde bir kız, saçını yaptırmış, arkadaşıyla
konuşuyor telefonda. “Taksim’e gideceğim" diyor ama
halinden o kadar belli ki olaylardan haberi
olmadığı, bir partiye gideceğini düşünüyor büyük
olasılık. Bir şey demiyorum, sürpriz olsun.
Eve yürüyorum. Elimde telefon. Haber almaya
çalışıyorum oralardan. Gidemeyen arkadaşlar varsa
moral buluyorum, ben de gitmiyorum çünkü. Giden
arkadaşların karşısında büzülüyorum gitmiyorum diye.
Sabahı zor ediyorum. Ne olacak şimdi?
Artık dayanamadım. Sabah kaldırdım kızımı. ‘Yürü’
dedim ‘gidiyoruz!’. Kızım uyku sersemi ve şaşkın.
‘Kalk, gidiyoruz!’
Yanıma iki şal alıyorum. Ağzımı kapatacağız orada
biber gazına karşı. Ama ne gözlük aklıma geliyor ne
başka bir şey. Evdeki sıkılmış limonu koyuyorum bir
torbaya.
Bakkaldan iki şişe su alıyoruz, yollar bomboş.
Fırıncı ekmek boşaltıyor bakkalda. Olaylardan
haberleri yok. Gururla ‘gidiyoruz biz’ dedik.
Beşiktaş… Yollar tıkalı, otobüsler durdu. Grubun
arasına karıştık. Bol miktarda biber gazı yedik.
Camiye kaçtık. Camiinin kapısına gelen polislerle
bakıştık. Ben kızıma sahip çıkacağım derken kızım
bana sahip çıktı. Benim için geride kalıp beni
elimden tuttu. Gençler sahip çıktı bize. Bir sokağa
girdik bir saldırıda. Gencin biri orada oturuyormuş,
açtı apartmanın kapısını. Koştuk yukarıya doğru,
kızım çok korktu.
-
‘Bak işte, hayat da bir
oyun. Hep taktik geliştireceksin hayatta da.’ dedim;
bir gencin polise karşı nasıl davranacağını
anlatırken.
Kızım
sonra bana dedi ki
- ‘Hayat
bir oyun değil, üç canın yok kaybedecek!’
Evet haklı;
üç canımız, üç hayatımız yok. Tek bir hayatımız tek
bir canımız var ve bu hayatı düzgün yaşamaya
çalışıyoruz, bütün haklarımızla doğada.
Ben ne zamandır yazılar yazıyorum; kendimi
anlatıyorum, nasıl düzgün yaşanır bence. İnsanların
birbirlerine ve doğaya karşı nasıl olması
gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Ama artık başka
konular bulmam gerekli, herkes biliyormuş çünkü.
Otobüse binmek için birbirini itekleyenler kaçarken
birbirine yol açıyor, arkasındakini kolluyor. Herkes
birbirine su veriyor; ‘Sadece benim’ düşüncesini
öğretenlere karşı herkes birbirine yardım ediyor ve
biz olma yolunda ilerliyor. Öyle güzel ki. Artık
bunun için ağlıyorum mutluluktan. Ne olursa olsun
hamur çürümüyormuş.
Şimdi bu
yazıyı Kayseri’den yazıyorum. Gitmek gitmemek dönmek
kalmak arasında çok gittim geldim. Çok vicdan azabı
duydum çok utandım. Çok ikilemde kaldım. Hep
takipteyim, elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
Yazılar yazıyorum dua ediyorum, enerji gönderiyorum.
Tez vakitte
Türkiye için en hayırlısı olsun diye diliyorum ve
biliyorum ki bütün bunlar duyuldu. Ve evrenin hep
karşılık verdiği gibi: ‘ve öyledir!’
Copyright:
Her hakkı
saklıdır
Hukuki sorumluluk beyanı:
Bu yazı ve gelecekte yayınlanması olası
tüm Hayata Dair haberlerinde hukuki
sorumluluk Hayata Dair internet sitesine
aittir. Yazarların hukuki sorumluluğu
yoktur Yazıdan ancak kaynak göstererek ve link
verilerek, en fazla 2 paragraf alıntı
yapılabilir. Ancak kesinlikle ekleme
çıkartma veya değişiklik yapılamaz.Aksi
belirtilmedikçe hukuki sorumluluk sadece Hayata Dair alan adında yer alan yazılar için
geçerli olup, alan adı genel olarak htttp://Hayata Dair .orgşeklinde
tanımlanır. Alıntı yapan sitedeki
içerikten ne Hayata Dair .org, ne de
yazıda katkısı olabilecek kişiler
sorumlu tutulamaz. Mail yoluyla düzeltme
talep edilebilse dahi olası
tebligatların geçerli olabilmesi ancak
künyede yer alan adrese tebligat
yapılmasıyla mümkün olabilir. Yazıların
hukuki sorumluluğu yayın yönetmeni ve
sorumlu yazı işleri müdürü olarak Tevfik
Elçioğlu'na aittir. Hayata Dair .orgYahoo inc.
tarafından desteklenir;
whois records ise şöyledir.
Hayata Dair .orgpowered by Yahoo inc. |